Bu Dünyadan Sağ Kurtulamayacağız!
Güncelleme tarihi: 28 Şub
Her zaman kullanmam ama yeni tutuşturulmuş bir kibritin kokusunu sonuna kadar çekiyorum her seferinde. O kibrit sonuna kadar yanıp kendini tüketirken, çocukluk anılarım doluyor zihnime. Köyümüzde elektriğin olmadığı zamanlar; hava karardığında yakılan gaz lambaları, ya da daha aydınlık olsun isteniyorsa, piknik tüpünden çıkan borunun ucuna bağlanan Lux adı verilmiş bezler, o loş ışıkta edilen kısık sesli sohbetler…

Şimdiki zamanımızdan biri gidip o zamanlara bizim yaşadığımız toplu melankoliyi anlatsa dehşet içinde kalırlardı eminim. Dünya’da kötülük yok muydu o zamanlar? Tacizler, tecavüzler, cinayetler hep vardı, kendimizi kandırmayalım sonsuza kadar var olacak. Bunun eğitimle bir ilgisinin olduğunu düşünmüyorum. Başka bir sıkıntı var bu işlerde.
Belki ben öyle hatırlamak istediğim için mutlu olduğumuzu farz ediyorum o zamanlar. Bunu da olan bitenlerden haberimiz olmayışına bağlıyorum. Evet, haberimiz yoktu. Devletin tek kanallı televizyonu, üç kanallı radyosu bize ne haber verirse onu biliyorduk. Yurtdışındaki gelişmelerden, oralardan tatile gelenleri dinleyerek haberdar oluyorduk. Şimdi her şeyden haberimiz var ve bunun doğal sonucu olarak da herkes her şeyi biliyor. Dünyanın her yerinde bombalar patlıyor, darbe girişimleri oluyor. Sürekli birileri ölüyor, bir yerler yok oluyor. Kimilerinin kızdığı düzenlemelere, diğerleri halaylar çekerek seviniyor. Neler olduğunu anlamaya çalışıyorsun. Haber kanallarına bakıyorsun, sosyal medyayı kurcalıyorsun, olan bitenin tamamından haberin oluyor ve hayatını karartıyorsun.
Önemli bir şeyler olduğunda doğal olarak televizyona kilitleniyoruz. Kim olduklarını asla bilmediğim bir takım kravatlı adamlar sürekli konuşacak bir şeyler bulup, açıklama üstüne açıklama yapıyor. Birinin dediğini öbürü red ediyor. Bir kişi de çıkıp “Yahu kimsiniz siz?” diye sormuyor. Belki haksızlık ediyorumdur. Akademik kariyerlerini son dakika olayları üzerine yapmış bilim insanları olabilir bu kravatlı kriz yorumcuları. Arada bir bu kravatlıların arasına kalem etekli hanımlar da katılıyor. Dostlar alışverişte görsün. "Kadınlara da önem veriyoruz biz." mesajı sanırım. Eğitim sistemimize getirilen eleştirilere bakacak olursak yüzlerce kanalda aynı anda konuşabilen bu kadar çok son dakika bilim insanımız olduğunu sanmıyorum.
Dönüyorsun sosyal medyaya. Bir olay olduğunda; ne olduğunu, nerede, ne zaman, nasıl, neden olduğunu ve kimleri etkilediğini çok rahat bir şekilde öğrenebiliyorsun. Ama yıkıcı ya da etkileri büyük bir olay olduğu zaman derin analizler kasanlardan tutun da, ben biliyordum söylemiştimcilerle, bak zamanında böyle söyleyenler şimdi böyle diyorlarcılar arasında kaybolup gidiyorsun.
Bu çoğunluğun her şeyi bilme hastalığı hayatımızın her alanına yansımış durumda. Hepimiz objektife nasıl poz vereceğimizi çok iyi biliyoruz. Seçtiğiniz birinin fotoğraflarına ardı ardına bakarsanız ne demek istediğimi daha kolay anlarsınız. Farklı zamanlarda ve mekânlarda çekilmiş binlerce birbirinin aynı poz. Bütün fotoğraflarında aynı donuk bakış ve aynı cansız gülümsemeyle selamlıyorlar dünyayı. Kafasının eğimi bile aynı. İster istemez gün boyu kameralarla yaşadığını ve değme Hollywood yıldızlarından daha başarılı bir oyuncu olduğunu düşünüyorum bu kişilerin. Telefona bakarak verilen onca pozun bir işe yaraması şart sonuçta.
Bütün bu deliliklerden payımıza düşeni alıp, kendimizi korumaya yöneliyoruz mecburen. Kendimize odaklanmak zorunda kaldığımız için gerçek hayatı çoktan elimizden kaçırdık. Özellikle yoğun saatlerde metrodan çıkan insanlara biraz dikkatli bakın. Büyük bir çoğunluğun başı önünde, suratı asık, konuşanlar, şakalaşanlar azınlıkta. Düşünüyoruz. Her birimizin içinden çıkamadığı farklı dertleri var ve bitmiyor dertler, hüzünler.
Bu memlekette kendimi bildim bileli bir sıkıntı var. Hayır, öyle patlamalardan neredeyse hayatımızı zehir edecek düzenlemelerden bahsetmiyorum. Hepimizin bildiği şeyleri söylüyorum. "Ramazandan sonra işler açılır, Eylül’den sonra piyasalar kendini bulur, Kurban Bayramı da geçsin bir bakarız hal çaresine, şimdi Yılbaşı sıkışıklığı var Ocak’tan sonra personel alımları artacak, ağbi şimdi herkes tatilde bir ay sonra bakalım o işe." Hep bir şeylerden sonra iyi olacak diye beklenti var. Şimdilerde pandemi sonrasına ayarlıyoruz kendimizi. Ama ben artık biliyorum, iyi olmayacağını. Kimilerimizin hayatı bir anlığına iyi olacak tabi. Bir anlığına!
Kendi hayatımın gidişatında on yıllardır artık açıklamaya bile çalışmadığım bir garabet içindeyim. Bazen soruyorlar “Niye öyle oldu?” Bilmiyorum, canım kardeşim bilmiyorum. Olaylar öyle gelişti, sonuç böyle oldu. Keşke bilsem o terslikleri yoluna sokmanın bir çaresini. O televizyona çıkıp her konuda atıp tutanlardan birini görürsem bir yerlerde, soracağım niye öyle olduğunu. Ben bilmiyorum. Kendimde kusur bulmadığım için narsist olarak değerlendirilebilirim. Atış serbest. Ben de birçok kişiye kolaylıkla bu yaftayı yapıştırıyorum.
Yaz geceleri kısadır derler, ama hiç de değil. Karanlık bitmek bilmiyor, tünelin ucundaki ışığı arayıp duruyorum kendi yöntemlerimle. Bana kalırsa bireysel trajedilerin önüne geçen tek unsur; şans. Kimi bilgili insanlar şansa inanmaz, çok çalışmanın şansı getirdiğini söyler. Şansın insan hayatındaki rolünü kabullenmekten korkarlar. Bir basket topunun fileden içeri girip girmeyeceğini yetenek belirler diyenler olabilir. Topun potanın demirine çarptıktan sonra içeri mi düşeceğini, yoksa geri mi döneceğini belirleyen fizik kuralları da vardır elbet. Öyle atarsan buraya çarpar, topun şurasına çarparsa içeri girer. Bunların tamamı doğru. Fakat bunlar asla ölçüp, biçip yerine getireceğin kurallar değildir. O anda olan şey tamamen şanstır. Sen sadece atış sona erdikten sonra yaptığın ölçümlerle yorum yapabilirsin.
Ne öteki tarafa ne de reenkarnasyona inanıyorum. Bu dünyaya gelmeden önce sözleşme yaptığımız saçmalıklarını bir kenara bırakalı çok oldu. Karmaymış! Ağır küfürler geçiyor içimden bu kelimeyi duyunca. O karmayı düzeltirken bu kadar acı çekmek zorunda değildim. Efendim; dünyaya gelen herkesin bir amacı var, hayatın-Tanrının-evrenin onunla ilgili planları var. He var canım, var. Ucu bucağı olmayan boşluk denizinde bir nokta bile olmayı bile beceremeyen bu soluk mavi gezegende belli bir süre nefes alıp havayı kirlettiğin için çok önemlisin yavrum. Devam et başkalarının gözünde önemli hale gelme çalışmalarına.
“Einmal ist keinmal.” derler Almanlar. Yani; bir kere olan hiç olmamış gibidir. Ya da bizdeki karşılığı ile “Bir kereden bir şey olmaz.” Eğer bir kere geliyorsak dünyaya, yaşamış olmanın da bir değeri yok bu deyimlere göre. Çok isterdim ben de gülücükler saçarak; “Ay canım her şeyi sevelim bak nasıl değişiyor hayatın.” diyebilmek.
Gerginim, öfkeliyim; "Çaresizim, bittim, tükendim, yıldım." dediğim zamanlar çok oldu. Bütün bunlara karşın direniyorum. O her şeyi bilen çoğunluktan olmadığım için savaşarak ayakta kalmaya çalışıyorum. Aynı çölde aynı kutup ayısıyla binlerce kez karşılaşan bahtsızlardan olduğum ilk bakışta anlaşılamayabilir belki. Bir kere yaşadığım bu hayatı kendimce daha keyifli, eğlenceli hale getirebilmek için didinip durduğumdandır belki bu göründüğüm gibi olmayışımın sebebi. Tek bir köşesinde bile huzur kalmayan gezegende kendi dünyamı oluşturup nefes almaya çalışıyorum. Kibrit ömrü kadar vaktimiz var. Kimilerimiz uzun kibrit kullanıyor olabilir, ama sonuçta ya kendi kendine yiyip bitiriyor kendini, ya da biz, parmaklarımızın ucunda sallayarak söndürüyoruz ışığını. Aklımızdan çıkarmamız gereken tek bir gerçek var; bu dünyadan sağ kurtulamayacağız. Bunun şeklini, kalitesini de kişisel talihimiz belirliyor. Pek mümkün değil, ama yine de istisnasız herkes için şans diliyorum.
Özellikle de çocuklar için istiyorum bunu. Talih; yalınayak, yıkık duvarların arasında oynamaya çalışan, tanıdığı tanımadığı insanların mezalimine uğrayan, baloncunun elindeki ipin ucuna hayaller kurarak bakan o hepimizden daha zeki ve masum insanlarla olsun. Onlar bizim gibi hatıralarına bakıp da belli belirsiz gülümsemesinler. “Şimdi ne kadar mutluyuz.” diyebilsinler hep.